
''festival on wheels'' kapsamında iki film izleme fırsatı buldum bu hafta. birçok izlenmeye değer film olmasına karşın zeki demirkubuz'un seçtiği iki amerikan filmine gittik ondokuz ile. esasında filmlerden ziyade zeki'yi görmek için gittik. filmlerden önce birkaç dakikalık sunumuyla neden o filmi seçtiğini heyecanla anlatışını dinlemek, masumiyet'in senaristine bu denli yakın olmak keyifliydi. bilet işini son dakikaya bıraktığım için nevada eyaletini; kyoto ve tokyo şehirlerini avucumun içi gibi biliyorum. en ön sıralardan izlemek değişik bir deneyim; bengay kokulu bir deneyim...
ilk film, the misfits idi: uysunsuzlar
boşanma işlemlerini daha hızlı bir biçimde sonlandırmak için nevada'ya gelen roslyn (marilyn monroe) ve kovboyluktan oto tamirciliğine, at avcılığından aşk adamlığına kadar geniş bir yelpazede faaliyet gösteren gay (clark gable), guido ve perce'nin (morrissey'e aşırı benzettim) kesişen hayatlarını konu alıyor film. guido'nun karısı öldüğü için yerleşmediği, insanlardan uzak olduğu kadar muhteşem doğaya yakın evinde ahbaplıkları giderek artıyor bu üçlünün, hatta dörtlünün. teni, florasan lamba gibi beyaz roslyn, çevresindeki yaşlı ve yaşlanmakta olan kurtlara gösteriyor; lakin elletmiyor. tokat atıyor, ardından öpüyor. yürekleri ateşe atıyor...
belki sinemada izlemesem, kendi irademle açıp da izlemeyecektim bu filmi; fakat son derece hoşuma gitti. marilyn monroe'yi hep o havalanan beyaz eteği ile hayal ederdim. bu filmde, neler neler öğrendim hakkında. vücudunu ezbere bilirim mesela şu an sorsalar. clark gable de cüssesinin yanında istediğinde nasıl zarifleşebileceğini gösterdi hatay sokağı sakinlerine. erkeklerin güç kavgalarının ve gösterilerinin kadınları bir yere kadar etkileyebileceğini, sonrasının kadınları kaçırmaktan başka bir şeye yaramadığını uygulamalı olarak izledik. zeki'nin dediği gibi akıllarda kalacak birkaç sahnesiyle bile sinema tarihinde önemli bir yeri hak ediyor uygunsuzlar...
diğer film ise yakuza idi...
stv'de gecenin bir yarısı yayınlanan dandik karate filmlerinden birini bekliyordum. gene yanıldım her zaman olduğu üzere. gene yanıldım. bir zamanlar japonya'da askeri polislik yapmış amerikalı kilmer'i bir gün bir arkadaşı arar. bu arkadaş, tarihi japon mafyası yakuza'ya kızını kaptırmıştır ticarette yamuk yaptığı için. kilmer, san francisco'dan kalkıp tokyo'ya gider. eski sevdiğini görmeyi ihmal etmez ve arkadaşının yeğenini kurtarma işi için eski aşkının sabık yakuza üyelerinden olan kardeşiyle irtibata geçer; fakat orhan'ın şarkıları gibi güzel eiko, kilmer'den hala bir şeyler saklamaktadır...
1974 senesinde japon hızlı tren sisteminin, bizim şu anki sistemimizden on kat daha ileride olduğunu görerek birkaç kez gidip geldik kyoto-tokyo arası. insanı yerinden hoplatan bir iki iddialı sahnesiyle, etraftaki kan kokusuna rağmen sevmenin kalpleri nasıl da ılıttığını gösteren diyalog ve görüntüleriyle film sonunda yüzümde şöyle bir ifade kaldı...

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder