31.10.10

ingilizce şarkıların türkçe karşılayıcıları II



coldplay - yellow >>> sarı sarı (mahzun kırmızıgül)

modern talking - brother louie >>> emmoğlu (ferdi tayfur)

radiohead - 2+2=5 >>> iki iki dört eder (ibrahim tatlıses)

depeche mode - little 15 >>> hey onbeşli onbeşli (yöre: tokat)

celine dion - my heart will go on >>> gönlüm ataşlara yandı gidiyor (neşet ertaş)

15.9.10

bubamara


eskiden cuma gecelerini iple çekerdim. saat 11 buçuğa doğru herkes çekilirdi yatmaya, evin içi sessiz. alırdım battaniyemi, kumandamı, mandalinamı veya giyerdim şortumu, alırdım yanıma bir tabak yeni dünya-mor erik-kiraz... uzanırdım koltuğa. trt 2'de dünya sinemalarından kuşağı olurdu. hafta boyu merak ederdim acaba bir dahakine hangi ülkeden film yayınlayacaklar diye. trt'nin internet sitesinden filan bakmayı akıl ettim sonraları. hollywood sinemasının iticiliği oranında çekici gelirdi non-hollywood yapımı filmler. bir hafta tozlu tahran yollarında, diğer hafta tunus'ta bir köşkte, diğer hafta moskova meydanlarında, ondan sonraki hafta ıssız kırgızistan bozkırlarında, sonraki haftalarda meşhur siyah londra taksilerinde olmak; ya da özetle sinema insana hayatında yaşayamayacağı (ham madden, hem manen) tecrübeleri yaşatan ve eşi olmayan bir şölen ya adeta. şimdilerde trt her konuda sıçtığı için bu keyfim de ortadan kalkmış vaziyette. trt haber olunca kalktı bu kuşak. ya da belki kalkmamıştır. sorun da değil açıkçası. istediğim filmi en fazla iki saat içinde edinebiliyorum ama o hazzı alabildiğim söylenemez.

ben bunu neden anlattım? şunun için anlattım ki... harbi niye anlatmıştım ya. vallahi unuttum. muhtemelen bir filmden bahsedecektim. crna macka beli macor, black cat white cat, kara kedi ak kedi katıksık olarak balkanlar'a aşık olma sebebidir. izleyiniz.

20.8.10

ingilizce şarkıların türkçe karşılayıcıları


morrissey - let me kiss you >>> gel öpem seni (söz-müzik: murat kekilli)

travis - why does it always rain on me? >>> yağmur yağar benim garip başıma (söz: anonim, yöre adıyaman)

radiohead - banana co >>> çikita muz (söz-müzik: ajdar anık)

citizen cope - let the drummer kick >>> çalın davulları (anonim, yöre: selanik)

the fugees - killing me softly >>> vur sineme öldür beni (kaynak kişi: aşık beyhani, yöre: erzincan)

mory kante - yeke yeke >>> honki ponki (söz-müzik: çelik)

air - highschool lover >>> liseli vardı ya ah o liseli (söz: burhan çaçan)

the smiths - heaven knows i'm miserable know >>> alem biliyor adam değilsin (söz: lara)


to be continued...


10.8.10

gesi bağları


yoldan rastgele üç beş kişi çevirsek ve bir türkü söylemelerini istesek sanıyorum ki en çok söylenen türkülerden biri olur gesi bağları. halkımızın (ve hatta insanlığın) ortak bir derdini, ortak bir acısını anlattığından olsa gerek. aşkın, sevdanın dili, dini olmaz elbet. ve hep 2 bentlik kısmını söyleriz bu türkünün. bilmeyiz ki aslında analar, ağalar canları can acısıyla, canan acısıyla yandığında bilmeden de olsa sürekli ekleme yapmışlar türküye. güzel bir insan da derlemiş bu bentleri.

''gesi bağlarında dolanıyorum
yitirdim yarimi anam aranıyorum''

1
gesi bağları’ndan gelsin geçilsin
kurulsun masalar rakı konyak içilsin
herkes sevdiğini alsın seçilsin
gel otur yanıma hallerimi söyleyim
halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
2
gesi bağları’nda dolanıyorum
yitirdim yarimi (anam) aranıyorum
bir çift selamına güveniyorum
atma garip anam beni dağlar ardına
kimseler yanmasın anam yansım derdime
3
gesi bağlarında bülbüller öter
ateşim yanmadan (anam) tütünüm tüter
bana bir hal olmuş ölümden beter
atma garip anam beni dağlar ardına
kimseler yanmasın anam yansın derdime
4
gesi bağları’nda üç ırgat işler
sıladan geliyor (anam) şu uçan kuşlar
anneler doğurur ele bağışlar
örtün pencereleri (anam) esmesin yeller
dertli olduğumu (anam) bilmesin eller
5
gesi bağları’nın gülleri mavi
ayrıldım yarimden (anam) gülemem gayri
yardan ayrılanın böyle olur hali
yas tutsun ellerim (anam) kına yakmayım
kör olsun gözlerim (anam) sürme çekmeyim
6
gesi bağları’nda tokaştım taşa
kardeş ekmeğini (anam) hakarlar başa
girip çalıştığım emeğim boşa
gel otur yanıma, hallerimi söyleyim
halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
7
gesi’ye giderken yolum ayrıldı
bindim arabaya (anam) başım çevrildi
siyah saçım sağ yanıma devrildi
atma garip anam beni dağlar ardına
kimseler yanmasın anam yansın derdime
8
tıkır tıkır merdivenden inmedim
güle güle anam yar koynuna girmedim
cahil idim kıymetini bilmedim
atma anam atma , beni dağlar ardına
kimseler yanmasın anam yansın derdime.
9
kuruldu kazanım harenim yoktur
söküldü sim saçım anam örenim yoktur
kapıdan içeri girenim yoktur
örtün pencereler anam esmesin yeller
dertli olduğumu anam bilmesin eller.
10
bana gül diyorlar neme güleyim
ayrılık üzerimdeki, kime neyleyim
bir mektup gönder gönlüm eyleyim
neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı
gülmemiş bu dünyada, anamın kuzusu.
11
bulamadım kır atımın gemini
süremedim anam gençliğimin demini
ben sürmedim eller sürsün demini
neyleyim dünyada anam yar olmayınca
domurcuk gül iken anam koklamayınca.
12
çattım ocağıma hürmetim yoktur
döktüm zülfü saçı anam örenim yoktur
anamdan babamdan gelenim yoktur
neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı
gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu.
13
enginli yüksekli kayalarımız
gam ile yoğrulu anam mayalarımız
doğurmaz olsaydı analarımız
neyleyim neyleyim hep alınım yazısı
gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu.
14
urganım atmadık dallar mı kaldı
başıma gelmedik anam haller mi kaldı
beni söymedik diller mi kaldı
ne deyip ağlayım, anam alın yazgısı
kader böyle imiş anam onmaz bazısı.
15
şu görünen bahçe m’ola bağ m’ola
şu dağın ardında yarim var m’ola
oturup da beni yad eder m’ola
atma anam atma beni dağlar ardına
kimseler yanmasın anam yansın derdime.
16
sac üstünde fısır fısır bazlama
küçük iken ciğerlerim gözleme
ben diyorum gelir diye gözleme
örtün pencereler, anam esmesin yeller
dertli olduğumu anam bilmesin eller.
17
gesi bağlarında şıvga dalım yok
derdimi söylesem anam dinler yarim yok
herkes güler oynar sorgu sual yok
ben gülsem oynasam anam yasak diyorlar
yarını elinden anam alsak diyorlar.
18
gesi’ye giderken yolum ayrıldı
bindim arabaya başım çevrildi
selvi saçım sol yanıma devrildi
ölüm olmasın da anam ayrılık olsun
bize sebep olan anam içten vurulsun
19
mezarımı geniş açın dar olsun
etrafı mor sümbüllü bağ olsun
ben ölüyom ahbaplarım sağ olsun
el kadar alınımda türlü yazım var
evvel bir başımdı, şimdi körpe kuzum var
20
ateş alıp ısınmadım korunda
güle güle anam yar gezmedim kolunda
methim gezer elalemin dilinde
atma anam atma, beni dağlar ardına
kimseler yanmasın anam yansın derdime
21
bülbül gelmiş gül dalına konuyor
hangi dala yuva yapsa kuruyor
herkesin yari yanında duruyor
atma garip anam beni dağlar ardına
kimseler yanmasın anam yansın derdime
22
bülbülüm uçtu da kafesi durur
ne güzel ellerin (anam) babası durur
babasız yuvada evlat mı büyür
örtün pencereleri (anam) esmesin yeller
dertli olduğumu (anam) bilmesin eller
23
yazmam gül yaprağı düremem gayri
yalnızım evlere (anam) giremem gayri
bana bir hal oldu diyemem gayri
gel otur yanıma hallerimi söyleyim
halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
24
gesi bağlarında kılarım namaz
kılarım kılarım halka yaramaz
haktan geldi bize bir ulu niyaz
örtün pencereleri değmesin yeller
bugün efkarlıyım gelmesin eller
25
gesi bağları’nın gülü olayım
arayı arayı yari bulayım
gül bülbülden başkasına sorayım
gel otur yanıma hallerimi söyleyim
halimden bilmeyen ben o yari neyleyim
26
gesi bağları’nda kamber tay olur
anam andıkça aklım zay olur
ayrılık dediğin birkaç ay olur
örtün pencereleri esmesin yeller
dertli olduğumu bilmesin eller
27
şu dereden akan bulanık seller
derdim içimdeki ne bilsin eller
oturup ağlasam divane derler
ne deyim ne ağlayım hep alnımın yazısı
kader böyle imiş onmaz bazısı
28
sandıktan basmamı giyesim geldi
ciğerim anamı göresim geldi
varıp iki elini öpesim geldi
örtün pencereleri esmesin yeller
dertli olduğumu bilmesin eller
29
tandıra et vurdum yiyesim geldi
ciğerim anamı göresim geldi
açıp mezarına giresim geldi
ne deyim ağlayım hep alnımın yazısı
kader böyle imiş onmaz bazısı
30
gesi bağları’nda bir top gülüm var
hey allah’tan korkmaz sana bana ölüm var
ölüm varsa bu dünyada zulüm var
atma garip anam beni dağlar ardına
kimseler yanmasın anam yansın derdime
31
gesi bağları’nda geçilmez yastan
dört yanım ıslandı yağmurdan yaştan
sağ yanım ağrıdı soluma yaslan
hep yalan mı oldu o geçen günler
bahçede ötmez oldu bülbüller
32
gesi bağları’nda açılmış güller
derdimi söylesem deli olmuş derler
seni sevdiğimi bilmesin eller
gel otur yanıma boyu posu güzelim
gülemem ağlarım ah çekerim gezerim
33
gesi bağlarında kaynar karınca
içim kan ağlar anam yaşıtım görünce
ben bu dertten iflah olmam ölünce
hep yalan mı oldu anam o geçen günler
bahçedeki ötmez oldu anam bülbüller.
34
gesi bağlarında yiğitler gezer
eller ne bilsin anam yüreğimi ezer
yarim gitti hasreti beni üzer
ben gülsem oynasam anam yasak diyorlar
varını elinden anam alsak diyorlar.
35
gesi bağlarının köpeği olsam
koklayı koklayı anam anamı bulsam
bulduğum yerde öpsem koklasam
atma garip anam yazılara yabanlara
keşke verseydin köyümüzdeki çobana.
36
gesi bağlarında bülbüller öter
anamın ekmeği burnuma tüter
el kadar verseler o bana yeter
el kadar alnımda türlü türlü yazım var
evvel bir başımdı, şimdi körpe kuzum var.
37
gesi bağları’nda bir oylum kaya
düşmüşüm sevdana ne diyon bana
bir yüzük yaptırdım yadigar sana
takın parmağına dar mı geliyor
gurbete gitmesi zor mu geliyor
38
gesi bağlarında yolun sağında
güller çiçek mi açar yavru bağrında
yavrusu koynunda elin yanında
yas tutsun ellerim kına yakmayım
kör olsun gözlerim sürme çekmeyim
39
gesi bağlarında attım urganı
üstüme örttüler gurbet yorganı
benim anam çifte kessin kurbanı
ne deyip ağlayım hep alnımın yazgısı
kader böyle imiş onmaz bazısı
40
gesi bağlarında dikili taşlar
benden selam söylen hey uçan kuşlar
memlekette kaldı yaren yoldaşlar
örtün pencereleri esmesin yeller
dertli olduğumu bilmesin eller
41
her boyadan bir boyalı taşım var
yaşım küçük ne belalı başım var
feleğinen döğüşecek işim var
el kadar alnımda türlü türlü yazım var
evvel bir başımdı, şimdi körpe kuzum var
42
anam kirmenini alsın eline
tarasın yününü taksın beline
gelsin baksın yavrusunun haline
ben gülsem oynasam yasak diyorlar
varını elinden alsak diyorlar
43
başına bürünmüş el kadar astar
asker babasını yavrular ister
benim yarim diye yolunu gözler
neyleyim dünyada yar olmayınca
domurcuk gül iken koklanmayınca
44
gesi bağlarında ötüşen kuşlar
hayıra çıkmadı gördüğüm düşler
yıldan yıla meyva veren ağaçlar
devşirdim çiçeği dalda ne kaldı
gidiyom gurbete burda nem kaldı
45
gesi bağlarında salkım söğütler
anam yok ki versin bana öğütler
gün görüp gidiyor benden kötüler
neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı
gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu
46
ocağımı çattım herenim yoktur
söküldü sim saçım örenim yoktur
kapıdan içeri girenim yoktur
gel otur yanıma başımın tacı
ayrılık ekmeği zehirden acı
47
gesi bağlarında açıldı güller
sevdiği yanımda sefada eller
hep bize tokandı yaramaz diller
ben gülsem oynasam yasak diyorlar
varını elinden alsak diyorlar
48
arı olsam her çiçeğe konarım
yar yitirdim yana yana ararım
var mı benim şu gesi’ye zararım
atma anam atma beni dağlar ardına
kimseler yanmasın anam yansın derdime
49
gesi dedikleri bir çatal dere
ahbaplar içinde yüreğim yara
çok emekler verdim vefasız yere
örtün pencereler esmesin yeller
dertli olduğumu bilmesin eller
50
yine kalaylandı sofanın taşı
silerim silerim gitmez gözümün yaşı
benim çektiklerim bir soysuz yası
meğer taşa biber ekilmez imiş
kötülerin kahrı çekilmez imiş
51
anam beni ne hal ile doğurdu
el kapısı hamur etti yoğurdu
gücüm yeter yetmez işler buyurdu
gurbet elde neler geldi başıma
anam yok ki şu derdime katıla
52
anam mendilimi düremiyorum
yalnızım evlere giremiyorum
anasız babasız duramıyorum
neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı
gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu
53
anam yok ki ağıdımı dinlesin
babam yok ki şikayetim dinlesin
şu cahil gönlümü kimler eylesin
el kadar alnımda türlü türlü yazım var
evvel bir başımdı,şimdi körpe kuzum var
54
gesi bağlarında gülüm duruyor
hangi dala yuva yapsam kuruyor
bülbül bile kadersizi biliyor
ne deyip ağlayım hep alnımın yazısı
onmaz imiş güzellerin bazısı
55
yazmam gül yaprağı düremiyorum
yalnızım evlere giremiyorum
söktüm sim saçımı öremiyorum
devşirdim çiçeği benim dalda ne kaldı
gidiyom gurbete benim burda nem kaldı
56
bellettim bağımı yemedim üzüm
kaynattım pekmezi gelirim güzün
garibe vermezler bir salkım üzüm
neydeyim ağlayım alın yazısı
kader böyle imiş onmaz bazısı
57
bu yıl çiçek çoktur dallar götürmez
dağlar diken olmuş kervan oturmaz
benim bağrım yaz olmuş sitem götürmez
eğil dağlar eğil yari göresim geldi
siyah zülfümü yüzüne süresim geldi
58
yüceden kaldırın gelin ölüsü
elmalar donatın söğüt dolusu
bana derler kadersizin birisi
dertli diye çağırsınlar adımı
yazmamınan bağlasınlar başımı
59
yazmam gül yaprağı karanfil irenk
aksine vuruyor devran-ı felek
gesi bağlarında leyla diyerek
ah neyleyim şu alnımın yazısı
onmaz imiş güzellerin bazısı
60
bana gül diyorlar neme güleyim
ayrılık serime düştü neyleyim
anamdan doğalı ben de böyleyim
gel otur yanıma boyu posu güzelim
gülemem ağlarım ah çekerim gezerim
61
çırpını çırpını yuvadan uçtum
ağlayı ağlayı bu hale düştüm
getirin anamı babamdan geçtim
neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı
gülmemiş dünyada, anamın kuzusu
62
çıra yanmayınca ceviz mi kavlar
ciğer yanmayınca gözler mi ağlar
oturum ağlasam divane derler
gel otur yanıma hallerimi söyleyim
halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
63
gesi bağlarının yılanı olsam
dolanı dolanı yanına varsam
uyusam uyansam derdime yansam
hep yalan oldu o geçen günler
bahçede ötmez oldu bülbüller
64
gesi bağlarını gördün mü bilmem
toprağına bağdaş kurdun mu bilmem
gizli sırlarıma erdin mi bilmem
gel otur yanıma hallerimi söyleyim
halimden bilmeyen ben o yari neyleyim
65
gesi bağlarından geçemiyorum
az doldur kadehi içemiyorum
anamdan babamdan geçemiyorum
ölüm olmasın da ayrılık olsun
bize sebep olan içten vurulsun
66
gesi’ye giderken yolun sağında
güller açmış nazlı yarin bağında
yeni değmiş on üç on dört çağında
gel otur yanıma boyu posu güzelim
dost düşman yanında güler oynar gezerim
67
gesi’ye giderken yolum ayrıldı
bindim arabaya başım çevrildi
siyah saçım sağ yanıma devrildi
eğil dağlar eğil yari göresim geldi
siyah zülfünü yüzüme süresim geldi
68
eşik arasında fenerim yitti
feleğin ettiği gücüme gitti
bana ettiğini kimlere etti
atma garip anam beni dağlar ardına
kimseler yanmasın anam yansın derdime
69
ellerin mektubu gelir okunur
benim yüreğime hançer sokulur
bugün posta günü canım sıkılır
atma garip anam yazılara yabana
keşke verseydin köyümüzdeki çobana
70
evereğin bayırına düzüne
döndüm baktım karlar yağmış izime
uyma dedim uydun eller sözüne
sağ olanlar bir gün olur kavuşur
küs olanlar bir gün gelir barışır
71
gesi’nin etrafı tozlu yol m’ola
salını salını gelen yar m’ola
urgan atsam ölsem ölüm zor m’ola
şimdi ben anladım onmadığımı
daha çilelerimin dolmadığını
72
gesi’nin evleri kemer kemerdir
derdim içimde küme kümedir
ağlamak dururken gülmek nemedir
örtün pencereleri esmesin yeller
dertli olduğumu bilmesin eller
73
söktüm sim saçımı örenim yoktur
kapıdan içeri girenim yoktur
ağlasam sızlasam görenim yoktur
doğurmaz olsaydın anam başım belalı
bir murat almadım anamdan doğalı
74
salkım söğüt gibi dallarım yerde
gözlerim gözlerim gözlerim yolda
götürün anama evleri nerde
gurbet elde neler geldi başıma
anam yok ki şu derdime katlana
75
şu dağlara çıksam yolu arasam
mendilim elimde döne döne ağlasam
anam yok ki ben derdimi söylesem
ne deyim ağlayım alın yazısı
kader böyle imiş onmaz bazısı
76
tel tel olur kayseri’nin ovası
yüzüne bakmadım karın doyası
taze olur evlilerin boyası
ne deyip ağlayım alın yazısı
gülüp oynamıyor gelinlerin bazısı
77
yüce dağ başına gelmesin eller
bu gün efkarlıyım açmasın güller
diz dize gelip de döktüğüm diller
ne deyip ağlayım bu böyle olmaz
kulların başına gelmedik kalmaz
78
gesi bağlarından indi bir firek
bu mektubu yazan dertli bir yürek
gönderin anamı o bana gerek
yaz yaz mektubu postaya bırak
varamam yanına yollar pek ırak
79
gesi’ye gidenin bağrı taş gerek
atı saltanatlı bir kardeş gerek
ağlamak dururken gülmek ne gerek
yas tutsun ellerim kına yakmayım
kör olsun gözlerim sürme çekmeyim
80
sofraya oturdum gelin kız gibi
gözüme bakarlar imkansız gibi
ortadaki yemek acı tuz gibi
gel otur yanıma hallerimi söyleyim
halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
81
güğümlere su doldurdum ılımış
benim kader ilk akşamdan uyumuş
ne yapayım dostlar yazım bu imiş
örtün pencereleri esmesin yeller
dertli olduğumu bilmesin eller
82
gesi bağlarını belleyen olsa
şu cahil gönlümü eğleyen olsa
beni de anama yollayan olsa
gel otur yanıma hallerimi söyleyim
halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
83
gesi bağlarında kaynar kum idim
ben eller içinde yanan mum idim
ibdı allah, sonra senden umudum
gel otur yanıma hallerimi söyleyim
halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
84
merdivenden tıkır tıkır inerken
yazması boynuma dolanır severken
uyumuşum ak gerdandan emerken
örtün pencereler değmesin yeller
bu gün efkarlıyım gelmesin eller
85
gesi bağlarında has nane biter
bana bir hal oldu ölümden beter
sevdiğim ettiğin canıma yeter
yaz yaz mektubunu postaya bırak
varamam yanına, yollar çok ırak
86
gül koymuşlar menekşenin adını
almadım dünyadan ben muradımı
ben ölürsem dertli koyun adımı
atma garip anam yazılara yabana
keşke verseydin beni köyümüzdeki çobana
87
bu nasıl tecelli bu nasıl kader
derdim içimdedir ne bilsin eller
oturup ağlasam deli mi derler
neyleyim, neyleyim hep alnımın yazısı
gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu
88
gesi bağlarında gül ile çayır
ana ben ölüyom başını çevir
kaynanam imansız, güveyin gavur
ne diyeyim ağlayayım alın yazısı
kader böyle imiş onmaz bazısı
89
elimi atmadık dallar mı kaldı
başıma gelmedik haller mi kaldı
beni söylemedik diller mi kaldı
el kadar alnımda türlü türlü yazım var
evvel bir başımdı şimdi körpe kuzum var
90
gesi bağlarında gül ile susam
tecellisi olmaz yerine küsen
candan kimsem yok derdimi desem
el kadar alnımda türlü yazım var
evvel yalnızdım şimdi kuzum var
91
anam yok ki diye diye ağlasın
babam yok ki kuşağımı bağlasın
kardeş yok ki salacamda baş tutsun
atma garip anam yazılara yabana
keşke verseydin köyümüzdeki çobana
92
bülbüle su verdim altın tasınan
yolunu beklerim bir hevesinen
günlerim geçiyor ah u zarınan
örtün pencereler esmesin yeller
dertli olduğumu bilmesin eller
93
gesi bağlarında gül ile nergis
sabahlar olmuyor sevdiğim sensiz
cennetin köşkünde duramam sensiz
ölüm olmasın da ayrılık olsun
bize sebep olan allah’tan bulsun
94
gesi bağlarında bir tarla nohut
anam ben ölüyom bir yasin okut
küçük kardeşimi yarime büyüt
örtün pencereler esmesin yeller
dertli olduğumu bilmesin eller
95
dağdan yuvarlandı kayalarımız
gam ile yoğruldu mayalarımız
n’ola taş doğuraydı analarımız
ne deyim ağlayım hep alın yazısı
kader böyle imiş onmaz bazısı
96
kuruldu kanadım kefenim yoktur
kapıdan içeri girenim yoktur
gurbette anamın haberi yoktur
beklerim yolunu gelene kadar
çekerim derdini ölene kadar
97
kütür kütür kırdın felek dalımı
kimselere diyemiyom halimi
ben sana ne yaptım allah’ın zalimi
neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı
gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu
98
gesi bağlarında dolanıyorum
yitirdim yarimi aranıyorum
bir çift selamına güveniyorum
eğil dağlar eğil gülleriniz açtı mı
benim sevdiceğim burdan geçti mi
99
yağmur yağar ince elek tülbentten
kurtar allah beni gayri gurbetten
ölmeyince kurtuluş yok bu dertten
yol ver dağlar ben gideyim sılama
sılam zümrüt yeşili buna nasıl dayana
100
gesi bağlarında bir top gül idim
yağmur yağdı güneş vurdu eridim
evvel yarin sevdiceği ben idim
gel otur yanıma hallerimi söyleyim
halimden bilmiyor ben o yari neyleyim

6.8.10

mgk toplantı masasındaki meşrubat sürahisi



c vitamini deposu taze sıkılmış portakal suyu içermeyebilir o sürahi.
bim'de satılan muhteşem ürünlerden jucy ya da oğuz gold marka kayısı suyu olduğundan şüpheliyim.

memleketin geleceğinin şekillendiği bu toplantılarda içiliyor mudur acaba, merak ediyorum.

kkk: beyler, kuzey ırak'a yapılacak olası bir çıkarmada...
gkb: (iç ses: vay amk, kaç defa dedim, şunun çekirdeklerini iyi ayıklayın diye!!!)
rc: muhakkak, terörle mücadelede kararlılığımız artarak devam edecek, bundan kimsenin kuşkusu olmasın. (truism mode: ON)

5.8.10

vedat milor'daki inanılmaz mantık hatası



''nmmmm hmhmmhmhmmmh çokzel nmnmnmnm kuzu beyninden mi yapıyosua nmm çokze aynısını bordeaux'ta da yemiştim, fakat buradaki fevkala nmmmhmhmm'' diye ağzını şapırdata şapırdata yiyen kişiyle aşağıdaki kariyere sahip kişi aynı kişi olamaz.

**********

Vedat Milor (d. 10 Ekim 1955, İstanbul), Türk öğretim üyesi, yemek ve şarap eleştirmeni. NTV prime time'da haftada üç kez yayınlanan Vedat Milor'la Tadı Damağımda adlı programın sunucusudur. 2005 yılından beri perşembe ve pazar günleri Milliyet'te yazıyor.
Galatasaray Lisesi'nden sonra Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nü yüksek şeref derecesi ile bitirdi. Bir dönem London School of Economics'te eğitim gördü. Amerika'ya Berkeley Üniversitesi'ne gitti, sosyoloji doktorası yaptı. 1986 yılında doktora tezi için bir yıl Fransa'da kaldı. Doktora tezi "Planning and Economic Development in Turkey and France: Bringing the State Back in", 1990 senesinde Amerika'da, American Sociological Association tarafindan senenin en iyi doktora tezi secildi. Doktorası bitip askerliğini de yapınca Dünya Bankası'nda işe başladı. İki yıl süren görevinde bir süre de Kemal Derviş'le çalıştı. Orada çalışırken gelirinin yüzde 70'ini şarap alım satımından karşıladı. Sonra Brown Üniversitesi'ne, sosyoloji bölümüne asistan profesör olarak girdi. Princeton Üniversitesi'nde Institute For Advanced Study'ye davet edildi, bir yıl misafir öğretmenlik yaptı. Stanford Üniversitesi'nde hukuk okudu. İlk yüzde 10'a girerek bitirdi. Aynı okulda yardımcı profesör olarak çalıştıktan sonra bir ara bir şirketin hukuksal işlerine baktı. Daha sonra Georgia Teknoloji Enstitüsü'nde, öğretim üyeliğine başladı. Milor orada politik ekonomi, İstanbul Koç Üniversitesi'nde ise uluslararası ilişkiler dersleri verdi.
Linda S.-Milor ile evlidir. Çiftin 2002 doğumlu Ceylan Handan adında bir kızı vardır.

**********

3.7.10

baba cüzdanı



yolda, sokakta, markette, bankada; amcamda, dayımda, babamda, x'in babasında gördüğüm kadarıyla bu cüzdanları alıp içindeki onlarca fişi, kartviziti, faturayı, dekontu, gazeteden kesilmiş ''şifalı bitkiler'' ya da ''emeklilere müjde'' yazısını, üzerinde telefon numaraları yazılı işe yarar-yaramaz bloknotları toplayıp geri dönüşüm kumbaralarına atsak, yemin ederim, türkiye'de her yıl 'on yüz bin' adet futbol sahası genişliğinde, hektarlarca ağaç kağıt için hunharca kesilmez.

öyle kalabalıktır işte; amma lakin ki en nadir bulunan kağıt mamülü paradır bu cüzdanlarda.

yeşili severim, 20'liğin yeşilini daha bir başka severim.

1.7.10

hama hama hamiyet?!?!



sabahları uyanıp televizyonu açınca bir şeylerin eksikliğini hissediyordum birkaç haftadır, demek yarım elma'dan dolayıymış. neyse ki yazın başında sayılırız. temmuz-ağustos var önümüzde; bi umut. ''şu melemene bi yumurta fazla kırsan ölür müydün annecim'' diyerek homurdanırken, ''şu yaşa geldin, küçük bardağa 2.5 kaşık şeker atıyon, halin nice olacak babaaaa'' diye içimden söylenirken, zeytin kasesinin dibindeki yağa ekmeğimi banarken televizyonda yoncayla gonca gardaşlar yoksa, huşenk, pars, sarışın çıtır ayça, hama hama hama hamiyet yoksa; hepsini geçtim, medeni karpuz yoksa ne anladım ben o kahvaltıdan!

edit: annem sabah izlemiş, hangi kanal olduğunu hatırlamıyor. thanx god.

20.6.10

samsa



morrissey de üzülüyor
thom yorke da üzülüyor
michael akerfeldt de üzülüyor
ben de üzülüyorum; fakat?

17.6.10

wireless

kablosuz internetle film, şarkı vs. indirirken kaynaktan bilgisayarımıza inen dosyalar vücudumuza temas etmiyor mu? internet dalgaları karaciğerimize, dalağımıza, kalın bağırsaklarımıza, saç köklerimize, örs/çekiç/üzengimize temas etmiyor mu? evdeki eşyalara; perdelere, sandalyelere, yastıklara; yemeklere sinmiyor mu diskografiler, blu-ray filmler?


jay-jay johanson'un benim yemek borumda ne işi var?
jack nicholson'un benim elmacık kemiğimin iliklerinde ne işi var?
john locke'un, jack shephard'in; jacob'un benim mide asidimde ne işi var?

13.5.10

unutulmayacak sahneler


• lock, stock and two smoking barrels - guy ritchie (1998)

bir saniye bile üçkağıdın, hile-hurdanın durmadığı; ingiliz kara mizahına doyuran ve, evet ve ocean's serisini andırsa dahi onu ezip geçebilecek bu güzide filmin son sahnesi. o kadar tuhaf şey oluyor ki hangisini unutasın? ya da hangisini bir adım öne çıkarasın?



• one flew over the cuckoo's nest - milos folman (1975)

aslında hiç de psikolojik bir sorunu olmayan 'kafa' karakter r. p. mcmurphy, hem tımarhaneden kaçmak hem de bahislerden üç-beş kuruş kazanmak için yerinden oynatılması imkansız? musluk mermerini kaldırmaya çalışırken... cek nikılsın. cenazemi cek nikılsın.

''en azından denedim.''



vavien - taylan biraderler (2010)

uzuuunca bir zamandır böylesine mutluluk verici bir 'kara film' izlemedim. her ne kadar sinemalarda recep ivedik vesairelerin %1'i kadar izlenmiş olsa da, çok izlenmek kalite kıstası değil. ki settar tanrıöğen'in oyunculukta doğallığın tepe noktasına ulaşıyor, o sahnelerden biri: celal'in (yani engin günaydın) karısı sevilay'a (binnur kaya) ''it gibi'' davranmasına içerleyen dul cemal'in neşet ertaş'la dertleştiği sahne.



taxi driver - michael scorsese (1967)

geceleri uyuyamadığı için taksi şoförlüğü yapan vietnam artığı ''çatlak'' travis, aynanın karşısında çıngar çıkarma provası yaparken: ''you talkin' to me???''




mayıs sıkıntısı - nuri bilge ceylan (1997)

annesine müzik çalan saat aldırabilmek için sorumluluk taşımayı bilmelidir 7 yaşındaki küçük ali. 40 gün boyunca cebindeki yumurtayı kırmadan taşıyabilirse ödülü hak edecektir; ne var ki komşuya gönderilmek üzere ali'ye teslim edilen bir sepet domatesten bir adedi yere düşüp de ali onu almak için eğilene dek...




masumiyet - zeki demirkubuz (1997)

suça aşık bir adam, adama aşık bir kadın, kadına aşık başka bir adam. tam tamına 8 dakika süren, kesintisiz bir tirad. sevdiği kadının, ya da kim bilir alın yazısının, peşinde türkiye'de gezilmedik şehir bırakmayan bekir'in öyküsü. ben böyle bir şey görmedim.




leon - luc besson (1994)

pek sağlam pabuç olmayan komiser stansfield, psikopat (ve bir o kadar da çocuksu) kahramanımız leon'u yakalamak amacıyla binaya 100 küsür polisin girmesi için yardımcısına emir verirken... ama ne emir: eeeeevvvvveeeerrryyyyoooonnneeee!!!


oldboy - chan-wook park (2003)

özür dilemek amacıyla, geç yakalanan saadetin bozulmaması amacıyla vücudun belki de en hayati uzuvlarından biri havuç keser gibi kesilirken...


dancer in the dark - lars von trier (2000)

kuru bir iftira sonucu yağlı urgana mahkum edilen selma, gözleri görmeyen selma, idamı esnasında gözlerinin kapatılmasına karşı koyarken: i've seen it all.




you talkin' to me?
you talkin' to me?
you talkin' to me???

12.5.10

empeüç

şu dünyada en çok keyif aldığım şey, müzik. bunu tereddüt etmeden diyebilirim evet.
çünkü (sinema ve edebiyat da bu genellemeye son derece uyan lezzetler tabii) 10 metrekarelik kapalı bir kutunun içinde, kişiyi hiç görmediği yeni ülkelere (hatta belki yeni gezegenlere) götürebilme kabiliyetine sahip.
çünkü müzik, tıpkı ağlamak&gülmek gibi bir kavme, inanca, zümreye, sosyal sınıfa ait değil. dünya üzerindeki 7 milyar insanın anlayabildiği yegane lisan.
çünkü müzik, ya-pı-la-maz denen şeyleri birer birer yapan insanoğlunun (bana göre elbette) ilişemeyeceği tek mefhum olan zaman ile lastik gibi oynayabilen apaçık bir nimet. (siz hiç düşünmez misiniz?)
çünkü müzik, yerine göre hayata tuz/şeker/limon suyu/tarçın/isot/nar ekşisi lezzeti katan bir hadise.

işte bu yüzden müziksiz ya-pı-la-maz. en azından benim için bu böyle.

şimdi işin teorik (ve edebiyat:/) kısmından pratik kısmına geçer isek;

last.fm hakikaten eşsiz bir hazine. dünya üzerindeki binlerce kişinin/grubun şarkılarının dinlenebildiği (aylık 3 euro), aranan gruba/kişiye benzer nitelikte müzik yapan kişileri/grupları göstererek dediğim o türlü lezzetleri tatmaya davet eden bir site.


evet last.fm'de turnayı gözünden vuruyoruz (ya da öyle bir şey)
sonra bakalım grup neymiş, neciymiş diye ekşi sözlük camiasını yokluyoruz. gerçi burada ya uçurulur ya da vurdukça vurulur; ama gene de grup hakkında fikir edinmek adına çok mühim bir adres; şahsi gogul'um -_-


veeee torrent dünyası. e o kadar cefa çektik; nasıl dinleyeceğiz? fizy gibi, youtube gibi, grooveshark gibi adresler sayesinde uğraşmadan dinleyebiliriz; fakat indirmek için torrent siteler ve senelerdir beklediğim mesih olan (vpleer.ru) ile şarkıları, albümleri istediğimiz kalitede indirebiliriz; 128 kbps, 320 kbps, flac vs...


ve şarkılarımız hazır. şimdi hepsini teker teker dinliyoruz; kabak tadı verenlere yol vererek elbet.

***

beach house, yaklaşık bir senedir bildiğim amerikalı bir indie grup. ama hakikaten enfes şeyler yapıyorlarmış, bunca zaman es geçmişim kendilerini.

***

işte böyle.
hayat zor, pahalı; ancak bazı şeyler bedava, başta umut olmak üzere.

beach house - gila

2.5.10

kafabindünya

...kafabindünya...

gene önyargıyla yaklaşıp da gafil avlandığım bir grup kafabindünya. kendi deyimleriyle onlar sevimli bir post-rock grubu değil, deneysel tavırlı bir istanbul grubu. beni o kadar da alakadar etmiyor ne oldukları, neci oldukları. myspace sayfasında dinlediğim parçaları hiç de sırıtmıyordu 'baba' grupların parçaları yanında. adamların albümleri yok. myspace sayfasındakilerle yetindiriyorlar ki zor zekat indirmeyi başardım parçalarını. müzik ânı anlamlandıran, saniyelerin süresini uzatmaya muktedir olan, yıllar kadar uzun gelen saniyelerin de daha çabuk akmasını sağlayabilen yegane nimet de ondan. müzik yaratan'ın varlığının en büyük delillerinden de ondan. bana ''her şeyin bir ilk sahibi olduğuna iman etmişsin, peki ama bunu neyle kanıtlayacaksın?'' diye sorsalar aklıma gelecek ilk şey ''müzik'' olacaktır. neden, nasıl, niçin; bilmiyorum.

29.4.10

korkuyu beklerken

"...yalnızlık, hafızayı zayıflatıyordu. elbette! kimseyle konuşmuyordum ki. sonunda, bakkal çırağıyla konuştuklarım dışında her şeyi unutacaktım. konuşmalıydım, bağırmalıydım, öğrenmeliydim. mektupla doktora yapmalıydım; mektupla doçent, mektupla profesör olmalıydım. resim bilgimi, genel kültürümü mektupla ilerletmeliydim. mektupla bir üniversiteye öğretim üyesi olmalıydım; belki bir süre sonra da mektupla üniversitede ders vermeye başlamalıydım. her şeyden önce konuşmalıydım. ayağa kalktım. hemen başlamalıydım, bir şeyler söylemeliydim. konuşmayı unutmak üzereydim. kendimi anlatmalıydım. kendimi göstermeliydim..."

27.4.10

eits




explosions in the sky...

her ânın müziğini yapan grup. her ânın, her anının...
yaptıkları parçalar, sayısız kopma-patlama (explosion) noktası içerse de -deyim yerindeyse dolup dolup boşalsa da- yatağa girip kulaklığı takınca saatlerce ninni vazifesi görebiliyor. saatlerce beyni laçkaya çeviren işlerden sonra, birkaç parçası dinlenince insanı sarsıp kendine getirebilecek kudrete de sahip tabii aynı zamanda bu parçalar. ve gene şahsi olarak açık havalarda dinlendiğinde daha tesirli olduğunu tecrübe ettim-ediyorum-edeceğim.

dağ başı?
göl/deniz/okyanus ortası?
yemyeşil bir kır?
boz bir harman?
yağmur/dolu/kar?
rüzgar/fırtına/kasırga?
gündoğumu/günbatımı/dolunay/hilal?
havai fişek gösterisi?

gökyüzünde manasızca uçan bir poşeti ya da kırmızı balonu izlerken dinlemek gerekiyor bana kalırsa. ya da bilmiyorum, en azından ben açık havada daha çok randıman alıyorum. gerçi her ne kadar 'the earth is not a cold dead place' albümü uyku müziğim olsa da.

ve bir itirafta bulunarak şöyle diyeyim, abartısız, son bir senedir başıma gelen güzel şey explosions in the sky...
e çok-çok daha güzeli var; ama. ya ben.

22.3.10

sinema sinema

"boş vaktim oldukça sinemaya giderim. yumuşak bir karanlığa gömülmüş, makinenin hışırtısını dinleyerek, cismimin değil, ruhumun bir çetin yol üzerinde mola verdiğini hissederim. karanlık, ölümün bir parçasıdır. onun için dinlendiricidir. büyük dinlenme, bir karanlık denizine dalıp bir daha ışığa kavuşmamaktan başka nedir?
sinemanın diğer bir fazileti de olgun yaşın, kafatası içinde bir deste devedikeni gibi sert duran acıtıcı mantığı yerine, çocuk saflığını ve kolayca aldanış kabiliyetini koymasıdır. rüya âlemi üzerine açılmış sihirli bir pencereyi andıran beyaz perdede koşuşan, dövüşen, düşen, kalkan şu ahmak kişilerin tatsız tuhaflıklarından veyahut kovboy biniciliklerinden veya olağanüstü hırsızlık olaylarından başka türlü tat almak mümkün olur muydu? insan saflığıyla beslenen sinema edebiyatı, henüz kıymetsiz yazarın işidir. resmi beyaz perde üzerinde kımıldayan şu rimel ile kirpiğinin her teli bir ok gibi dikilmiş güzel kadının gözünden damla damla akan sahte gözyaşları, zevkini ve sağduyusunu, şapka ve bastonuyla birlikte vestiyere bırakmayan adamı, üzüntüden değil, ancak can sıkıntısından ağlatabilir.
sinema, böyle yormayan masum bir göz eğlencesi kaldıkça, yorgun başın sevimli bir sığınağıdır. her zevkini kaybetmiş ruhu, çocukluk tazeliğine kavuşturan bu karanlıkta, basit musiki, tatlı bir ninni vazifesini görür. ben, en güzel ve en dinlendirici uykularımı sinemanın ipek yastıklar gibi başın arkasına yığılan yumuşak karanlıklarına borçluyum."

ahmet haşim

*****

"hayal etmek belki de yaşamın en önemli unsuru. hatta görmekten bile önemli. ‘hayal etmek’ ve ‘görmek’ arasında tercih yapmak zorunda kalsaydım, hiç kuşkusuz hayal etmeyi seçerdim. hayal gücü ve düşlerin, körlüğü daha katlanılabilir bir hale getirdiğine inanıyorum. hayaller olmadan yaşamak zor olurdu. öyleyse varolsun hayaller! insanın hayallerine erişmenin bir yolu olan sinema, işte kesinlikle bu nedenden dolayı takdiri hakeder... kameranın ardında olanların çok daha olağanüstü, çok daha gerçek ve yaşama çok daha yakın olduğunu düşünüyorum."

abbas kiyarüstemi

*****

''hayallerde yaşıyor bazı ibnkfdkjkf''

drmsbyrm

18.3.10

L'arrivée d'un train à La Ciotat (Trenin Gara Girişi)

dünyanın ilk filmi!

lumiere kardeşlerin ve tarihin ilk filmi olan 1895 tarihli trenin gara girişi ya da trenin gara varışı ilk kez paris'te bir kafede gösterilmiş. esasında 49 saniyelik bu görüntüye ''film'' denmesinin tek nedeni günümüzdeki gibi para karşılığında, toplu gösterimle perdeye yansıtılmasıymış. paris'teki ve istanbul'daki gösterimlerde insanlar ''geri üstümüze geliyooor, canını seven kaçsııııınnn!'' diyerek kaçışmışlar. sinematografı keşferederek bilinçsiz de olsa yeni bir sanat icat eden lumiere kardeşlere ''buradan kucak dolusu'' sevgiler.



höh.

17.3.10

Ondskan (Şeytana Karşı)



erik, uyumsuz bir gençtir ve okuduğu okuldan atılır. ailesi (daha ziyade annesi. üvey babasından da çok çekiyor, bir yere kadar elbet), geleceğinin tamamen kararmaması için onu yatılı bir okula gönderir, son sınıfı da okuyup üniversiteye kapak atabilsin diye. ancak gittiği yatılı okulda, stjarnsberg, erik'in karakterine aykırı birtakım kurallar işlemektedir. okulun öğrenci konseyi, deyim yerindeyse estirmektedir. e bu kurallar erik'e sökmesin ki film olsun. erik, okuldan bu kez de atılırsa her şeyin biteceğini bildiğinden punduna getirerek yapar, ne yaparsa.


mor ve ötesi'nin solisti harun tekin'in stockholm şubesinin başrolde oynadığı ondskan, esasında ''güçlünün güçsüzü ezmesi, fakat bir gün ezilenlerin hakkını savunmaya gelen bir kahraman'ın tüm hesapları altüst etmesi'' gibi çok klasik konulu bir film. kaybedecek bir şeyi olmayan adamın nelere kadir olduğu, anneye verilen sözün nelere kadir olduğu, devrecilik, iskandinav insanının memleketleri misali soğuklukları, yasak aşk vs. vs. vs.

konu, aslında amerikan filmlerinde bolca işlense de roman uyarlaması olan ondskan 108 dakika boyunca sıkılmadan izlenebilecek bir film. ''sağda solda bi kavga çıksa da dalsak, biraz ter atsak'' dedirtiyor. dedirten hadise.

''benim adım tatar ramazan! ben bu oyunu bozarım!''

16.3.10

La Teta Asustada (Acı Süt)



çoook uzaklardan bir hikaye, peru'dan.

lima'nın varoşlarında yaşayan acı çekmiş bir annenin, daha ziyade acı çekmeye devam eden kızının hikayesi. ülkedeki terör olaylarının yoğun olduğu dönemde dünyaya gelen fausta, annesinden emdiği süt sebebiyle ondaki korkuları, acıları bünyesine katmış genç bir kızdır. ana-kız dertlerini, tasalarını doğaçlama olarak söyledikleri şarkılarla bir nebze olsun hafifletmektedirler. fausta ise annesinin şarkılarından, sütünden dolayı iliklerine işlemiş korkudan ötürü gayri hijyenik bir yöntemle namusunu korumaya çalışmaktadır. (daha fazla anlatmıyorum patates kızartması ve türevlerinden bir müddet uzak durma ihtimaliniz var, filmi izlerseniz şayet.)


peru varoşları, çiçekler, piyanolar, düğünler, ölümler, patatesler, patates çiçeği!; gelir adaletsizliği, ölümle yaşam arasındaki o kopmaz çelik halatlarla kurulu bağ, kadının peru'da da olsa afganistan'da da olsa çektiğinin hep aynı olması üzerine olan 2009 yapımı aslan ayılı bu film, izleyene bazı orijinal sahneleriyle artı olarak geri dönüyor, izlemeyenin ise pek bir zararı yok. ama değişik bir tat tabi.

15.3.10

Le Ballon Rouge (Kırmızı Balon)



kırmızı balon... 'çocukluğunla ilgili aklına gelen en güzel şey nedir?' diye sorsalar dayımın gül çıtalarından yaptığı uçurtma ve kırmızı balonlar derim düşünmeden. çocukluğun getirdiği tükenmez enerji, menfaat beklemeden kurulan arkadaşlıklar, annenin daha rahat yesin diye ikiye, dörde bölerek verdiği yeşil elmayı çevredeki çocuklarla paylaşmak, sonra hep beraber aynı topun peşinden koşmak kadar çocuksu ve insani bir şeydir kırmızı balon.


işte bu '56 yapımı kısa filmde de kişinin ancak çocukluğunda tadabileceği o duyguyu anlatmaya çalışmış yönetmen; gerek o balonları gibi hayalleri de rengarenk çocuklara, gerek renk skalası beyaz-gri-siyah arasında seyreden, içindeki şarkı çoktaaan bitmiş büyüklere.

parisli küçük pascal, bir gün üzerinde gri pijaması, elinde çantası ile okula giderken sokak lambasına sıkışmış bir kırmızı balon bulur; ancak görünüşe göre balon yalnızca balon değildir...

13.3.10

Lorenzo's Oil (Lorenzo'nun Yağı)



çarpıcı.

odone ailesi mutlu mesut yaşayan bir ailedir. bu ailenin tek evladı olan 7 yaşındaki lorenzo babası italyan, annesi amerikan olduğu için birçok dili konuşabilen son derece zeki bir çocuktur. ta ki çok nadir görülen genetik bir hastalık olan ald'ye yakalana dek. bu hastalık gittikçe onun işitme, görme, hareket etme, yutkunma yetilerini zayıflatmaktadır. anne ve baba her şeyden vazgeçip, kendilerinden geçip oğullarını kurtarmak için ellerinden gelen her şeyi yapmaya başlarlar. tıp eğitimi almamasına rağmen baba, dünya bankası'ndaki işinden artakalan zamanlarda kütüphaneye kapanarak tıp makaleleri okur, okur, okur. ve sonunda ''en fazla 2 yıl yaşar'' denen oğlunu öngörülenden 22 sene fazla yaşatmayı başaracak, oğlunun beynine zarar veren kandaki zararlı yağ asitlerini yok edecek karışımı bulur...




tamamen gerçek olan hikayede, ebeveynlerin söz konusu ''evlat'' olunca kendilerinden nasıl da kolay geçebildiklerini bir kere daha görüyoruz. karı-koca lorenzo'yu yaşatmak adına onun bakımını senelerce evde yapıyorlar, onun yatağının başından ayrılmıyorlar. ki gerçek lorenzo haziran 2008'de, doğumgününden bir gün sonra, 30 yaşında ölüyor.

hep aynı şeyi söyledim; fakat bu bir ''mücadele'' filmi olduğu kadar ''kendini başka birine adamak'' filmi aynı zamanda. ''başka biri için bu kadar mücadele eder miyim, başka birini yaşatmak için yaşar mıyım'' bilmiyorum; ancak bunları benim için yapacak iki kişinin şu anda yan odada uyuduklarını bilmek...

izleyin. ya da izlemeyin. ı ıh izlemeyin. crna macka beli macor izleyin.

12.3.10

Dekalog 5



dekalog, kieslowski'nin polonya televizyonu için çektiği ve hareket noktası yahudilikteki 10 emir olan orta metrajlı 10 filmden oluşan bir seri. bu seriye başlamak, kendime yaptığım en büyük kötülüklerden biri olacak. bunu seneler sonra daha iyi anlayacağımı izlediğim ilk bölümde anladım.

-öldürmeyeceksin.

''short film about killing/thou shalt not kill'' adıyla da bilinen dekalog 5 jacek ismindeki genç bir adamın, suç işlemeyi aklına kazımış yalnız, yitik genç bir adamın insani değerlerden nasibini fazla alamamış bir taksi şoförünü, hiç tanımadığı bir taksi şoförünü, öldürmesini ve bir şekilde adaletin tecelli? edişini (ikinci bir cinayeti?) anlatır.


yönetmenin üç renk üçlemesine aslında yeni bir renk daha eklenmeli; üç renk: yeşil
kullanılan filtre ve ışığın ustaca kullanılması sonucu şahsen izlerken 'keşke 1980'lerde, herhangi bir doğu avrupa ülkesinde yaşasaydım' demekten kendimi alamadım. görsel olarak doyurmaktan öte bir haz veren film, bazı rivayetlere göre en uzun cinayet sahnesini içeriyormuş ki film başlarken aldığınız nefesi 'ending credits' gözükene dek veremiyorsunuz. insanın yakasına öyle yapışıyor.

filmin görüntüsünde kaldığımı itiraf etmeliyim, vermek istediği mesajları kavramak için bayağı bi fırın ekmek yemem gerek gibi görünüyor.

-öldürmeyeceksin.

Le Voyage du Ballon Rouge (Kırmızı Balonun Yolculuğu)



sinema dergisinin 2009 sayılarından birinde ''2008'in en iyi 60 filmi'' diye bir yazıda gördüm bu filmi. yönetmen: bik bik bik, oyuncular: juliette binoche, vik vik vik... tamam! dedim. hemen listeme aldım ve.

suzanne kocasından boşanmış, kukla oyunları düzenleyen ve seslendirme işi yapan, 7 yaşındaki oğlu simon ile kutu gibi bir evde yaşayan çok telaşlı, pasaklı, inişli çıkışlı bir kadındır. işlerinin yoğunluğundan dolayı oğluna bir dadı gerekmektedir, bu iş için de ona pekin'den paris'e sinema eğitimi almaya gelen song yardım edecektir.


nevrotik suzanne, yalnız simon ve hayatı gayet sakin yaşayan song arasında geçen ve son derece sıradan ve gündelik olayları; kadın başına çocuk büyütmenin zorluğunu, başka bir kültür içinde tutunmayı; film boyunca paris semalarını manasızca? dolaşan kırmızı balon gibi tutunamamayı anlatan kırmızı balonun yolculuğu ağızda hoş bir tat bırakabilecek filmlerden; şayet ''bu ne kadar yavaş film lan, hiç olay yok, aksiyon yok'' diye izlemekten vazgeçmezseniz.

9.3.10

Todo Sobre Mi Madre (Annem Hakkında Her Şey)



yazar olmak hayaliyle yanıp tutuşan esteban ve manuela madrid'de yaşayan mutlu bir anne-oğul ikilisidir. esteban, klişe olacak tabi ama, babasının kim olduğunu bilmemektedir...
ikili, oğulun doğumgününde tiyatroya gider ve tiyatro sanatçılarından imza almak için peşlerinden koşan esteban'a araba çarpar; acı kayıp. bunun üzerine 15 senedir görmediği; oğlunun babası olan lola'yı aramak üzere barcelona'ya giden anne, oğlunun imza almak uğruna hayatından olduğu tiyatro sanatçılarını bulur, yıllar evvel amatör olarak oynadığı oyunu bu kez profesyonel olarak oynar ve eski kocası lola'nın bu sefer bir kez daha baba olmaya hazırlandığını? öğrenir. gelgelelim lola, cinsiyet değiştirdiği için 15 sene evvel, manuela'nın ilişiğini kestiği bir travestidir; damarlarında hiv virüsü dolanan bir travesti. kendi başına gelenleri unutamadığı için hamile rahip rosa'ya göz kulak olmak manuela'nın üzerine düşmüştür... manuela'nın bir zamanlar kamyon şoförlüğü yapıp da sonraları cinsiyet değiştiren kankası agrado ise 107 dakika boyunca yüzleri güldüren tek karakter olacaktır...


''annelik (analık ya da), eşcinsellik, önyargısızlık, aids, hayata bir şekilde tutunmak'' gibi kavramlar üzerine inşa edilmiş; oyunculuk mesleğini yapan, rol yapan kadınlara; kadın rolü yapan erkeklere, anne olmak isteyen kadınlara, yönetmenin kendi annesine adanan; kişisel kanaatime göre yönetmenin hikayeyi süreye sığdıramamış ya da zihinlerde sallantılı bırakacak şekilde hızlı anlatmış olduğu ödül manyağı bir film todo sobre mi madre; okunuşu bile şiir gibi.