20.5.12

acı ölüm

tarçın, rengi pek tarçına benzemese de bizim sarı ördeğimizin adıydı.

birkaç hafta evvel sıhhiye köprüsünün üzerinden almıştı ablam. ederi 5 türk lirasıymış. pek sevdik, okşadık, bakkaldan karton alıp döşek hazırladık kendisine. ıslatılmış bayat ekmeği, rendelenmiş hıyarı, suyunu eksik etmedik. balkona, zaman zaman da evin halılarına sıçmasına o kadar da kızmadık, kızamadık. tatlıydı. çirkin bir ördek olsa bu kadar müsamaha gösteremeyebilirdik; ama iç anadolu insanının sarışınlığa olan hayranlığı bizde de vardı elbet. balkondaki karton yatıyor, güneşten korunması için benim sübyanlık dönemlerimden kalma “ördek” resimli kahverengi minik battaniyemi örtüyorduk. onu en son bugün, annem balkonu yıkarken gördüm. keyfi yerindeydi. keyifli keyifli viyk’liyordu. çok değil, bir saat kadar sonra acı haberi alacaktım.  tabii onu daha sonra da gördüm; ama o beni göremedi. muhtemeldir ki birkaç gündür dikkatimi çeken mendebur kargalar, tarçın’ın boğazını deşmişler. hakikaten annem çağırdığında içim kabardı. kusmadım, ama elimin ayağımın boşalması işten değildi o anda. üşütüp ölse, sakatlanıp ölse gene o kadar acı bir ölüm olmazdı; ama yediği ekmeklerin üzeri öyle kan olmuştu ki şaşırdık minicik hayvandan çıkan kana.

dayanamadım, bir elime keseri, diğer elime içinde merhumu taşıyan kutuyu ya da tarçın’ın tabutunu alıp boş araziye doğru yürüdüm. derince bir kuyu kazıp altunbilekler poşetine koyduğum yavrucağı toprağa verdim.  ülker çikolatalı gofret kutusu tabutu, altunbilekler poşeti de kefeni oldu yani zavallının. toprağı sıkıca kapatıp üzerine de taş koydum kediler, köpekler kokusunu alıp eşelemesinler diye.

hayat bu kadar romantik değil elbet. kuşun canını yine bir diğer kuş alıyor. biri, bir kiraz ağacı kadar hayat dolu iken diğeri ise devedikeni kadar çirkin abiliyor. doğanın kanununa müdahale etmek sanırım her şeyi daha kötüleştirecek. (serdar kılıç tarzı son)

"acı ölüm genç ölüm
bu nasıl gitmek gülüm
kara haber tez gelir
kırdın kanadım kolum"