2.4.12

siyah beyaz



beni hüzünlendiren bir nokta var bu renklerle ilgili. bundan 50 yıl sonrasında mitokondrilerimiz, kofullarımız, golgi aygıtlarımız toprağa karışmaz da biz hala yaşıyor olursak, geriye baktığımızda ninelerimizin evindeki siyah beyaz (sepya bazen) renklerdeki fotoğraflar gibi fotoğraflarımız olmayacak. her şey 1920x1080 çözünürlükte, 15 megapiksel cıncıklıkta olacak. mektup diye de bir şey olmayacak. anneler, ölen oğullarının maillerini bastırıp onlara sarılacak, renkli çıktıları gözyaşlarıyla epritecekler. bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi bilemedim.

1.4.12

egemen muharrem oktay hasip

rüzgârların en ferahlatıcısı

desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır,
rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
sende tattım yemişlerin cümlesini.

desem ki sen benim için,
hava kadar lazım,
ekmek kadar mübarek,
su gibi aziz bir şeysin;
nimettensin, nimettensin!
desem ki...
inan bana sevgilim inan,
evimde şenliksin, bahçemde bahar;
ve soframda en eski şarap.
ben sende yaşıyorum,
sen bende hüküm sürmektesin.
bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
günlerden sonra bir gün,
şayet sesimi farkedemezsen,
rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
bil ki ölmüşüm.
fakat yine üzülme, müsterih ol;
kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
ve neden sonra
tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
hatırla ki mahşer günüdür
ortalığa düşmüşüm seni arıyorum

cahit sıtkı tarancı