13.5.10

unutulmayacak sahneler


• lock, stock and two smoking barrels - guy ritchie (1998)

bir saniye bile üçkağıdın, hile-hurdanın durmadığı; ingiliz kara mizahına doyuran ve, evet ve ocean's serisini andırsa dahi onu ezip geçebilecek bu güzide filmin son sahnesi. o kadar tuhaf şey oluyor ki hangisini unutasın? ya da hangisini bir adım öne çıkarasın?



• one flew over the cuckoo's nest - milos folman (1975)

aslında hiç de psikolojik bir sorunu olmayan 'kafa' karakter r. p. mcmurphy, hem tımarhaneden kaçmak hem de bahislerden üç-beş kuruş kazanmak için yerinden oynatılması imkansız? musluk mermerini kaldırmaya çalışırken... cek nikılsın. cenazemi cek nikılsın.

''en azından denedim.''



vavien - taylan biraderler (2010)

uzuuunca bir zamandır böylesine mutluluk verici bir 'kara film' izlemedim. her ne kadar sinemalarda recep ivedik vesairelerin %1'i kadar izlenmiş olsa da, çok izlenmek kalite kıstası değil. ki settar tanrıöğen'in oyunculukta doğallığın tepe noktasına ulaşıyor, o sahnelerden biri: celal'in (yani engin günaydın) karısı sevilay'a (binnur kaya) ''it gibi'' davranmasına içerleyen dul cemal'in neşet ertaş'la dertleştiği sahne.



taxi driver - michael scorsese (1967)

geceleri uyuyamadığı için taksi şoförlüğü yapan vietnam artığı ''çatlak'' travis, aynanın karşısında çıngar çıkarma provası yaparken: ''you talkin' to me???''




mayıs sıkıntısı - nuri bilge ceylan (1997)

annesine müzik çalan saat aldırabilmek için sorumluluk taşımayı bilmelidir 7 yaşındaki küçük ali. 40 gün boyunca cebindeki yumurtayı kırmadan taşıyabilirse ödülü hak edecektir; ne var ki komşuya gönderilmek üzere ali'ye teslim edilen bir sepet domatesten bir adedi yere düşüp de ali onu almak için eğilene dek...




masumiyet - zeki demirkubuz (1997)

suça aşık bir adam, adama aşık bir kadın, kadına aşık başka bir adam. tam tamına 8 dakika süren, kesintisiz bir tirad. sevdiği kadının, ya da kim bilir alın yazısının, peşinde türkiye'de gezilmedik şehir bırakmayan bekir'in öyküsü. ben böyle bir şey görmedim.




leon - luc besson (1994)

pek sağlam pabuç olmayan komiser stansfield, psikopat (ve bir o kadar da çocuksu) kahramanımız leon'u yakalamak amacıyla binaya 100 küsür polisin girmesi için yardımcısına emir verirken... ama ne emir: eeeeevvvvveeeerrryyyyoooonnneeee!!!


oldboy - chan-wook park (2003)

özür dilemek amacıyla, geç yakalanan saadetin bozulmaması amacıyla vücudun belki de en hayati uzuvlarından biri havuç keser gibi kesilirken...


dancer in the dark - lars von trier (2000)

kuru bir iftira sonucu yağlı urgana mahkum edilen selma, gözleri görmeyen selma, idamı esnasında gözlerinin kapatılmasına karşı koyarken: i've seen it all.




you talkin' to me?
you talkin' to me?
you talkin' to me???

12.5.10

empeüç

şu dünyada en çok keyif aldığım şey, müzik. bunu tereddüt etmeden diyebilirim evet.
çünkü (sinema ve edebiyat da bu genellemeye son derece uyan lezzetler tabii) 10 metrekarelik kapalı bir kutunun içinde, kişiyi hiç görmediği yeni ülkelere (hatta belki yeni gezegenlere) götürebilme kabiliyetine sahip.
çünkü müzik, tıpkı ağlamak&gülmek gibi bir kavme, inanca, zümreye, sosyal sınıfa ait değil. dünya üzerindeki 7 milyar insanın anlayabildiği yegane lisan.
çünkü müzik, ya-pı-la-maz denen şeyleri birer birer yapan insanoğlunun (bana göre elbette) ilişemeyeceği tek mefhum olan zaman ile lastik gibi oynayabilen apaçık bir nimet. (siz hiç düşünmez misiniz?)
çünkü müzik, yerine göre hayata tuz/şeker/limon suyu/tarçın/isot/nar ekşisi lezzeti katan bir hadise.

işte bu yüzden müziksiz ya-pı-la-maz. en azından benim için bu böyle.

şimdi işin teorik (ve edebiyat:/) kısmından pratik kısmına geçer isek;

last.fm hakikaten eşsiz bir hazine. dünya üzerindeki binlerce kişinin/grubun şarkılarının dinlenebildiği (aylık 3 euro), aranan gruba/kişiye benzer nitelikte müzik yapan kişileri/grupları göstererek dediğim o türlü lezzetleri tatmaya davet eden bir site.


evet last.fm'de turnayı gözünden vuruyoruz (ya da öyle bir şey)
sonra bakalım grup neymiş, neciymiş diye ekşi sözlük camiasını yokluyoruz. gerçi burada ya uçurulur ya da vurdukça vurulur; ama gene de grup hakkında fikir edinmek adına çok mühim bir adres; şahsi gogul'um -_-


veeee torrent dünyası. e o kadar cefa çektik; nasıl dinleyeceğiz? fizy gibi, youtube gibi, grooveshark gibi adresler sayesinde uğraşmadan dinleyebiliriz; fakat indirmek için torrent siteler ve senelerdir beklediğim mesih olan (vpleer.ru) ile şarkıları, albümleri istediğimiz kalitede indirebiliriz; 128 kbps, 320 kbps, flac vs...


ve şarkılarımız hazır. şimdi hepsini teker teker dinliyoruz; kabak tadı verenlere yol vererek elbet.

***

beach house, yaklaşık bir senedir bildiğim amerikalı bir indie grup. ama hakikaten enfes şeyler yapıyorlarmış, bunca zaman es geçmişim kendilerini.

***

işte böyle.
hayat zor, pahalı; ancak bazı şeyler bedava, başta umut olmak üzere.

beach house - gila

2.5.10

kafabindünya

...kafabindünya...

gene önyargıyla yaklaşıp da gafil avlandığım bir grup kafabindünya. kendi deyimleriyle onlar sevimli bir post-rock grubu değil, deneysel tavırlı bir istanbul grubu. beni o kadar da alakadar etmiyor ne oldukları, neci oldukları. myspace sayfasında dinlediğim parçaları hiç de sırıtmıyordu 'baba' grupların parçaları yanında. adamların albümleri yok. myspace sayfasındakilerle yetindiriyorlar ki zor zekat indirmeyi başardım parçalarını. müzik ânı anlamlandıran, saniyelerin süresini uzatmaya muktedir olan, yıllar kadar uzun gelen saniyelerin de daha çabuk akmasını sağlayabilen yegane nimet de ondan. müzik yaratan'ın varlığının en büyük delillerinden de ondan. bana ''her şeyin bir ilk sahibi olduğuna iman etmişsin, peki ama bunu neyle kanıtlayacaksın?'' diye sorsalar aklıma gelecek ilk şey ''müzik'' olacaktır. neden, nasıl, niçin; bilmiyorum.