2.12.11

bulaşık

dün gece arkadaşımda kaldım. birkaç hafta önce birlikte tutmuştuk evi. öncebeci'de (2 yıllık cebeci) bu 1+0.5 tipindeki mütevazi daire. merkezi sistem olduğu için muttasıl yanıyor petekler. sanki alt katta fırın varmışçasına sıcak ev. gece oldu, hadi dedik yatalım. yattık. arkadaşım sekizinci uykusunda yedinci rüyasını görürken ben bir türlü kopamadım gerçeklikten. sağa dön yok. sola dön yok. saat 3'ü geçerken kalktım yataktan. mutfakta bir adet ateşleyip biraz serinlemekti tek istediğim. mutfakta bir süre yeğenime çok benzeyen bir kediyle yaklaşık beş dakika kesiştik. gözleri gözlerime değince felaketim olmadı; ama sevdalı iki insan gibi birbirimize baktık dakikalarca. sonra ''daaaayytt'' diyerek pencereyi kapattım. hala serinleyememiştim. tezgaha baktım boş gözlerle. bulaşık yığılı duruyordu. bir saniye dahi tereddüt etmeden prilledim süngeri ve giriştim bulaşıklara. temizlik hastalığı annemden miras olduğu için erinmedim hiç. bulaşıkları yıkadığım yetmezmiş gibi rafları simetri esasına göre tekrar yerleştirdim. işe yaramayan kap kacağı rafın en ücra köşesine dizdim. yağ ve salça lekesinden hardal sarısına dönen ocağı sakız gibi beyazlattım. hızımı alamadım; buzdolabına niyetlendim. içindeki nevaleyi indirip içini silmek... saat 3.30 gibi bir şey. gürültü olur diye fazla ısrarcı olmadığım bu düşüncemde. temizlenecek daha başka şeyler aradım; fakat bu kutu gibi odada bir şey kalmamıştı el atacak. en sonunda dolaptan bir tane armut aldım. yıkamadan yedim. annemin beni eleştirirken en çok kullandığı argümanların başında gelir meyveleri yıkamadan yemem. vitaminin kaybolduğunu düşünüyorum halbuki ben yıkarken. (bu zehir zemheride bir de koca dedeler gibi pantolonun içine içlik giymediğim için eleştiriliyorum mütemadiyen...) biraz serinlemiş olmanın verdiği rahatlıkla yatağa tekrar döndüm. gene istediğim kıvamda değildim ve sonra, yaklaşık bir saate yakın zbigniew preisner dinledikten sonra içimdeki gemi uzaaak yalnızlık limanlarına demirlemiş.

neyse, neyse bu efemine muhabbeti daha fazla uzatmak istemiyorum. zamanaşımına uğradığı için yayınlamaktan çekinmediğim bir başka foto-yazıyı paylaşıyorum. o üç harfli rengi kullanarak ankara hakkında yergi yazma alışkanlığım varmış o zamanlar. şimdi yok; çünkü yapacak hiçbir şey yok.

hadi bakalım.

**********

6 nisan 2010

izmir'deyim.
liseden arkadaşlarımı ziyarete geldim.
ankara, meğerse yavaş yavaş öldürüyormuş beni. geldiğimde gözüme çarpan ilk şey sokak kültürü oldu. ankara nedir? blok, blok, 8 katlı blok, 28 katlı blok, 58 katlı blok, gri, grey, kirli arabalar, tozlu körüklüler, mor gömlekliler, sivri burunlular... şimdi izmir'e girişte korktum. bornova ve buca tarafları resmen çizgi filmlerde ya da tarihi filmlerde gösterilen ''antik atina'' gibi. yani kentin büyük bir bölümü ankara'da doğantepe, çinçin, telsizler olarak tabir edilen ve bir parça güvenlik problemi olan bölgeler gibi tepe üzerine kurulu ve en yüksek bina 3 katlı, o da bina usulü değil. müstakil tip. mevsim olarak kışlar ılık ve yağışlı, yazlar ise sıcak ve kurak. değil değil. gavur mavur değil, gayet de güzel memleket.

yanında kaldığım elemanların vizesi vardı, sabah çıkıp gittiler. ben evde kaldım tek. ben ki ev biraz dağınık olsun, bulaşık biraz birikmiş olsun; işine konsantre olamayan bir adamım. yani evde tekim diyelim, yediklerimin bulaşıkları mutfakta yatıyor... hayatta okuduğumdan, çalıştığımdan, izlediğimden zevk alamam! illaki kafa rahat olacak, arkada düşünülecek bir şey olmayacak. (çevirmenin notu: ah ah ah. bunun hayattaki en büyük lükslerden biri olduğunu yeni yeni idrak ediyorum)

e sabah. e kahvaltı. e adamların ekmeğini yiyoruz, suyunu içiyoruz. ama ne yemek-içmek! dayanamam ben. hemen bunların nuh aleyhisselam zamanından kalma bulaşıklarını yıkamaya giriştim. yemin ederim 30 küsür bardak yıkadım. içmiş, içtiği yerde kalmış.







birikmesine ne gerek var? yediğini mutfağa götürünce en fazla 3 dakikanı alır, alıp suya tutmak.



buna diyecek bulamıyorum. masanın üstünde taze ekmeklerle beraber duruyor. al at yani, nedir.

sonuç!!!
gerçi yine de bir şeye benzediği söylenemez. temizlik şirketi tutmak lazım. anca öyle.



evin camlarına, televizyonun üstüne ''beni yıka'' yazsan yazılır, neyse ki onları da bir güzel ova ova sildim. dahasıjksdfhdjkghdfjkhg kapı çalıyor, stop.

Hiç yorum yok: