24.11.11

küskünüm


acımasızca eleştirdiğim her şey günün birinde döner, dolaşır, beni bulur bir şekilde. dilimden çıkan zehir, nasıl olduğunu bilmediğim yollarla kendi kanımı zehirler. şimdiye dek bunu çok tecrübe ettim, ölene kadar da bu devran böyle gider sanırım. (öğrenilmiş çaresizlik deniyor buna zahir.) diğer bir açıdan baktığımızda en büyük aşklar, nefretle başlar sözüyle bağdaşıyor bu durum. hmm, demek ki yalnız değilim bu hususta.

müslüm gürses, ahmet kaya, zeki müren, neşet ertaş... açıkçası bu isimlere önceleri çok önyargılıydım. dinlemek bir yana, dinleyenlerle içten içe alay ediyor idim; ancak özellikle son aylarda bu isimlerle yıldızım, sönmemek üzere barıştı. sadece bu sanatçılarla da değil. birçok yazar hakkında da hükümlerim peşindi. mesela sabahattin ali bu anlattığım konudaki en büyük pişmanlıklarımdan biridir. çift yönlü bir pişmanlık. hem geç fark etmiş olmanın verdiği üzüntü, hem de onun zihninin kıvrımlarının mahsülü olan fikirlerinin açtığı yaralar. evet, okumadığım tek kitabı olan içimizdeki şeytan'ın arkasındaki üç beş cümlelik paragrafı okumak bile göğsümü dararttı birkaç gün evvel.

velhasıl, peşin hüküm vermek kadar sığ bir düşünüş tarzı yok. uğruna bir ömür uğraşılmış bir eseri sırf işimize gelmediği için kestirip atmak, öğretmenlerin o meşhur tabiriyle ''kahvede pişpirik oynayan hasan dayıyla'' aramızda olması gereken farkın ortadan kalkması için gayet yeterli bir neden. çok şeyi kaçırıyor olabiliriz, tembelliğimize yenik düşmüşken.

müslüm baba demişken... müslüm gürses'in son yıllarda, günün şartlarına uydurduğu albümlerini bir kenara koyar ve o 70'li-80'li yıllardaki şarkılarını göz önüne alırsak, ben her müslüm dinleyişimde, mevsim ne olursa olsun, nerede olursam olayım hep aynı atmosferin içine girerim. kendimi hep 90'ların sonunda güneşli bir kış günü, günlerden pazar, ankara/ulus'taymış gibi hissederim. neden bilmiyorum; fakat hep bu sahne gelir aklıma. güneşli ve soğuk bir günde, gençlik parkı'nda gezen, üzerlerinde 90'ların modası oduncu gömlek, timberland, süet dexter olan, hayatın tokatını yemiş, haftasonunu kahverengi efes şişesiyle sevişerek geçiren kahküllü, omuzlarına kadar uzattığı jöleli saçlarından griye çalan kirli su akan, muhtemel ki siteler'de ya da iskitler'de çalışan, vücutlarına tiner kokusu sinmiş 'ankaragüçlü' gençler gelir. doygunluğu en yüksek seviyede olan eski ulus kartpostalları gelir aklıma müslüm dinlerken. tabii bunda 1999'da sanırım, müslüm'ü gençlik parkı'ndaki bir mekanda şarkı söylerken görmüş olmam da etkili olabilir. ve bugün, eskilerde kalmış olsa da müslüm dinlerken kendini jiletleyen, kolunda sigara söndüren o bahsettiğim gençleri biraz anlayabiliyorum sanırım. tasvip etmiyorum; ama nedenlerini anlıyorum. evet.

Hiç yorum yok: