polonyalı yönetmen kieslowski'nin ''üç renk'' üçlemesinin son parçası (ve en güzeli bana göre) 1994 tarihli kırmızı'yı uzun süredir izlemek istiyordum ki kısmet bugüne imiş. diğer beyaz ve mavi'yi televizyonda izlemiş ve sinema denen şeyden heyecan duyduğumun farkına varmıştım. film hakkında fazla 'spoiler' vermeyeceğim; genel olay örgüsünü özetleyip bu büyük keyfi sizlerin de yaşamasını isterim çünkü.
valentine; mankenlik yapan, reklam çekimlerine katılan, cenevre'de üniversite okuyan genç ve güzel bir kadındır ve iş için başka bir ülkede bulunan bir sevdiği vardır. valentine, adama ne kadar yanık olsa da adam işleri yokuşa sürmektedir ve adeta kadın kahramanımızı baskı altına almaya, evden çıkmamaya zorlamaktadır.
valentine'nin birkaç bina ilerisinde de bir hukuk öğrencisi yaşamaktadır. görünüşte o da mutlu bir ilişkiye sahiptir. birbirlerinin her anlamda 'ruh eşi' olan müstakbel hakim auguste ile valentine birbirlerine sürekli teğet geçmektedirler aynı muhitte yaşamalarına rağmen.

bir defile sonrası valentine arabasıyla evine giderken bir köpeğe çarpar, köpeğin tasmasından sahibinin evine gider. gittiği evde -ki kendi evine yakın bir yerdir burası- karşılaştığı manzara onu dehşete düşürür. sonradan öğreneceğimize göre emekli hakim bay joseph kern kurduğu sistemle çevredeki evlerin telefon konuşmalarını dinliyordur. ve tabi valentine'nin ve dahi auguste'nin.
ikili her ne kadar başta çekişseler de kısa sürede bu baba&kız ilişkisine döner. çünkü ikisi de buna hasrettir. huysuz ihtiyar bu sayede hayata biraz daha değişik bakmaya başlar ve valentine'ye aradığı aşkın ondan çok uzakta olmadığını ima etmeye çalışır...
eeeööö. devam edecektim anlatmaya; lakin limon bazaar'dan aldığım dandik dvd, filmin %80'inde takıldı. neyse şöyle diyeyim, filmin sonunu getirmesem de bu kadarı bile yetti. filmin her zerresine işlemiş bir kırmızı rengi hakim. ortamdaki renklerin uyumuna daha değişik gözle bakmaya zorluyor insanı. fransa bayrağındaki renklerden hareketle mavi, özgürlüğü; beyaz eşitliği; kırmızı da kardeşliği temsil ediyor ki burada kardeşlik menfaat ilişkilerinden bağımsız olarak da başka birine yardımda bulunulabileceği gibi bir yorum içeriyor. benim dikkatimi en çok çeken hususlardan biri de filmde çokça telefon ögesine vurgu yapılması; ancak onun daha ziyade bir 'iletişimsizlik' aracı olarak takdim edilmesi oldu.
yönetmenin neredeyse tüm filmlerine gene onun memleketinden zbigniew preisner müzik yapmış, çok da iyi yapmış. hani film zaten muhteşem de müzikler de ayrı güzel.
gidip kutsal damacana itmen'le, şunla bunla ruhuna tecavüz edilmesine müsaade etmeyiniz de şu adamı tanıyınız. avrupa sineması güzeldir arkadaşım, bildiğin güzeldir.
gariban adamın üçlemesi de böyle oluyormuş demek.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder