takvimler
1980'i gösteriyordu ve
istanbul hiç olmadığı kadar pusluydu. o sabah
ali'm uykusundan uyanmadı. bir yunan heykeli gibi sessiz yatıyordu; ama
teni konuşuyordu. burnu, dudakları, saçları, kaşları, bıyıkları anlayana anlamlı şeyler fısıldıyordu; fakat gözleri... gözleri sanki ''
bana kalsın'' der gibi sır vermiyordu bu zamansız, nedensiz, anlamsız gidişten.
akıntıya karşı yüzmenin ne demek olduğunu öğrenmem işte o günlere denk düşer. çatısını kendim çattığım yeni hayatımda
zerdalilerle dolu bir bahçem,
selluka kokulu bir odam ve benden de
yalnız kuşum dışında bir şey yoktu. her şeyim bundan ibaretti. uzun seneler kalbim kimselere meyletmedi.
sevmek kolaydı ve
üstelik
mutlu aşk vardı. ali'mden, o
ilk aşk'tan biliyordum tüm bunları; ancak içim atmıyordu kalbimin biri için delice atmasına. seneleri böyle böyle bugüne getirebildim, gölgem ve soluğumla dostluk ederek. bundan sonrasını ise, tıpkı bundan öncesini olduğu gibi bir an olsun düşünmek istemiyorum.
bilmiyorum ne olacak...